Türk gastronomisinin sevilen ismi, televizyon ekranlarından sosyal medyaya uzanan enerjik sunumu, girişimcilik ruhu ve samimi üslubuyla tanıdığımız Arda Türkmen, sadece mutfakta değil, hayatın her alanında fark yaratıyor.
Kariyerinin başından beri hem geleneksel hem yenilikçi tatları harmanlayarak geniş bir kitleye ilham veren Türkmen, bugüne kadar sayısız tarif, proje ve sosyal sorumluluk çalışmasıyla gastronomi dünyasında iz bıraktı.
Biz de GurmeMAG olarak, Temmuz sayımız için kendisiyle keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Yemek programlarının geleceğinden sosyal medyanın gücüne, mutfak hikâyesinden genç şef adaylarına verdiği öğütlere kadar pek çok konuyu konuştuk.
1 – Öncelikle röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Uzun yıllardır ülkemizde yemek programı kültürünün öncülerinden birisi olarak; son yıllarda yemek programlarının sayısının azalması ile ilgili neler düşünüyorsunuz?
Programların formatlarının birbirine çok benzemesinin bu durumda büyük payı olduğunu düşünüyorum.
2 – Instagram ile tanışmanız nasıl oldu? Sosyal medyanın kullanımı ve etkisi ile ilgili fikirlerinizi öğrenebilir miyiz?
Instagram ile etraftan duyup tanıştım ve bir profil açıp kullanmaya başladım. Sosyal medyanın gücü yadsınamaz bir gerçek. Doğru kullanıldığı taktirde de faydalı buluyorum.
3 – Mutfağınızda pratik yemeklerden, farklı kültürlerin tatlarına, yüzlerce tarife yer veriyorsunuz. İçlerinde yapmaktan en çok keyif aldığınız veya sık yapmamayı tercih ettiğiniz ürünler var mı?
Pilavlar ve patlıcanlı lezzetler yemekten ve yapmaktan en keyif aldıklarım arasında.
4 – Gastronomi öğrencilerinin sizi ilgiyle takip ettiğini biliyoruz. Onların kendilerini geliştirebilmeleri, geleceğe daha umutlu bakabilmeleri adına önerileriniz nelerdir?
Birincisi sebat edeceksin. İkincisi risk alacaksın. Her zaman bir fırsat maliyeti var hayatta. Hızlı karar vermeniz ve iyi düşünmeniz lazım. Fakat kararı verdikten sonra dirayetli bir şekilde arkasında durmanız lazım. Doğru olduğuna inandığınız şey için de çok mücadele etmeniz lazım. Hayatta belki bir belki de birkaç kere en iyi yumruğunu atacağın bir an gelir. Ama o yumruğu atacağın an geldiği zaman bir sen hazır değilsen ve renkli biri değilsen hiçbir şey yapamazsın. O yüzden ringde olacaksın, o ringde kalmak için uğraşacaksın ve doğru yumruğu atamadım diye hayıflanmayacaksın ve doğru zamanın gelmesi için bekleyeceksin ve hazır olacaksın. Çünkü o yumruğu atınca rakibini serersin ve kazanırsın. Bence başarının sırrı sabretmek ve risk almak.
5 – Seyahat etmeyi sevdiğiniz, mutfak kültürünü ve insanlarını özlediğiniz hangi ülkeler, şehirler var?
Türkiye’deki her yörenin tadı başka benim için, birini söylesem diğeri eksik kalır.
6 – Mutfakla tanışmanız nasıl oldu? Küçükken mutfağa sık sık girer miydiniz?
Yemek pişirmeye olan ilgim ailemden bana miras. Küçük yaşta anneannemi izleyerek, ona yardım etmeye çalışarak mutfağın tadını aldım. Sonrasında ilk profesyonel alanda mutfak deneyimimi 1993 yılında bir otelin resepsiyonunda çalışırken, benim mutfağa olan ilgimi ve merakımı bilen üstlerimin artık daha fazla ısrarlarıma dayanamaması sonucu bir otel mutfağında yaşadım.
7 – Velotürk ve Karaköy Mükellef ile ilgili bizlere söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Velotürk projesindeki amacımız Türkiye genelinde ihtiyaç sahibi çocuklara bisiklet ulaştırmak. Hem onları sevindirmek hem de spora teşvik etmek. Bu doğrultuda bu güne kadar yaptığımız girişimler sayesinde 2600 çocuğa bisiklet dağıtabilmenin mutluluğu içindeyiz.
Karaköy Mükellef’e gelirsek, Forneria’yı açtığımızda terasla ilgili planımız vardı. Sonunda 40 yaşımda 40 günde dükkan açtık. Önü deniz ve Tarihi Yarımada, arkası Galata Kulesi manzaralı, üstü açılıp kapanabilen böyle bir yer ya gece kulübü ya da uzun uzun oturup meze, zeytinyağlı ve ara sıcakların yenebileceği bir yer olacaktı. Burası 150 kişi kapasiteli, ağırlıklı olarak bizim damağımıza uygun yemekler yiyebileceğiniz, yanında içkinizi içebileceğiniz bir yer. Hem mevsimlik hem sürekli olacak şeyler var. 80-90 çeşit soğuk meze ve zeytinyağlı çalışmamız var. Bunları 40-50 çeşit şeklinde mevsimsel olarak döndürüyoruz. Burada mükellef sofralar kuruyoruz. Karaköy’ün kendine has yaşayanı, çalışanı ve buraya gelmekten keyif alan bir kitlesi var. Mükellef buraya uygun bir restoran oldu bizce.
8 – Arda’nın Mutfağı isimli kitabınız ile beklentileri fazlasıyla karşıladınız. Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz, ikinci bir kitap gelecek mi?
Kitap çıkartmak her detayıyla tek tek ilgilenilmesi gereken çokça emek isteyen bir iş. İkincisi için olmaz diyemem. Neden olmasın?
9 – İzmir ile ilgili neler söylemek istersiniz? İzmir’de bulunduğunuz süreçlerde gitmeyi en çok sevdiğiniz lokanta, restoran, otel hangisi/hangileri?
İzmir güzel bir şehir, Çeşme ve Alaçatı yıllardır sevdiğim beldeler bunların dışında bence Urla da hızla gelişiyor. Gittiğim zaman genellikle ege otları ile yapılan ürünleri ve zeytinyağlıları tüketmeyi tercih ediyor ve keyif alıyorum.
Arda Türkmen, her soruda sadece bir şefin değil, aynı zamanda bir girişimcinin, mentorun ve sosyal sorumluluk bilinci yüksek bir insanın penceresinden bakarak yanıtlar verdi.
Onun hikâyesi, mutfağın sadece yemek pişirme sanatı değil; sabır, cesaret ve tutkuyla harmanlanan bir yaşam biçimi olduğunu bir kez daha hatırlatıyor.
GurmeMAG olarak, bu keyifli sohbet için kendisine teşekkür ediyor; hem gastronomi dünyasında hem de sosyal projelerde başarılarının artarak devam etmesini diliyoruz.
Yorum Bırak